“Yanında eleştirici bir dost varsa, insan çok daha çabuk ilerler.” (Goethe)
Okuyucudan Yazara Mektup!..
Köşe yazarının okuyucuyla olan münasebeti… Okuyucunun yazardan bekledikleri… Yazarın okuyucuya, okuyucunun yazara verdiği mesajlar!.. Hem okuyucu hem yazar… Okuyucu da yazar!34 yıl önce yazılmış bir mektup!..30 yaşlarındaki bir okuyucunun 40 yaşlarındaki bir köşe yazarına yazdığı bir mektup…Günümüz yazar ve okuyucularına da belki bir mesaj olabilir, diye düşündüğüm (her yeni okuduğumda duygulandığım) bu mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum…İşte 34 yıllık o mektup:(Yazı kısaltılmadan tam orijinal haliyle yayınlanmıştır… Sadece bazı kelimelerin koyulaştırılması tarafımdan yapılmıştır.) “Muhterem Ahmed Sağlam beyefendi: Biz aciz kullarına böyle rahat sohbet etme ve yazı yazma imkânını bahşeden Cenab-ı Hakka sonsuz hamd, şefaatçimiz Resûlü Ekrem (sav) Efendimize ve ona tabi olanlara selam ederek “gündem”inize girmek istiyorum. Her gazete okuyucusunun gazeteyi, havadisleri ve yazarları değerlendirmesinin farklı olduğu umumun malumu bir gerçektir. Bu cümleden olarak bu fakir de gazeteyi, önce fıkra-makale-fikir yazarlarını ile değerlendirir, saniyen umumu alakadar eden manşet haberlere nazar ederim. Belki doğru veya yanlış bir değerlendirme olabilir ama şahsen “köşe yazarları”nı okuyucuya bir mesaj ileten, hadiselerin (bizim gazetede) Müslüman’ca mütalaa edilmesine yardım eden bir üstat, bir emir olarak görürüm. Zira inanırım ki, bu yazarlar gerek kendi aralarında, gerekse “daha üst” karargâhla istişare etmeden umumi hadiselere yorum getirmezler! Batıla hizmet edenlerin bu sahadaki çalışma şekillerini nazara aldıktan sonra, hakkın hizmetçilerinin daha hassas davranmak zorunda kaldıkları dikkate şayandır. Bu kısa mukaddimeden sonra asıl mevzuya geçersek: Önce şunu belirteyim ki, bu mektubu yazmaya beni sevk eden amil; “sohbet” yazılarınızdaki “okuyuculardan mektupların az gelmiş olması” şikâyetiniz oldu. Kendimi bu yazının muhatabı kabul ettiğim içindir ki –ehli olmamama rağmen- bu mektubu yazmaya karar verdim. Evvelemirde memnuniyetle ifade edeyim ki, yazılarınızdan ve yorumlarınızdan istifade ediyoruz. Allah razı olsun ve daim eylesin. Ne var ki, devamlı bir istikrarı bulamayışımız büyük bir boşluk. Belki de bu, umumun müşterek ızdırabı. Gerçi, günlük yazı yazmanın güçlülüğünü ve de herkesi memnun etmenin imkânsızlığını da kabul etmemek mümkün değil. Ancak, bu, telafisi mümkün olmayan bir durum da değildir. Mesela; sık-sık “sohbet” başlığı koymanız sıkıcı oluyor. Üstelik, cevap mahiyetindeki yazılarınız umumu –pek- ilgilendirmiyor. Şayet cevap vermek zorunda kalırsanız –ki verilmesi de tabiidir- PTT vasıtasıyla özel cevap verilebilir. Diyeceksiniz ki, mahdut imkânlı bir yazardan bunu istemek haksızlık olmaz mı? Belki evet! Ama bu mazeret sayılmamalıdır. Pekala bir fondan teminine gidilebilir. Zannederim, daha evvelki yazılarınızda okumuştum; okuyuculardan mektuplarında umumun istifade edebileceği meselelere temas etmelerini bizzat siz yazmıştınız. Aynı hususu zat-ı alinize hatırlatmamızı İnşallah makul karşılarsınız. Bu meseleyi daha önceleri arz etmeyi düşündüm. Ancak, belki moral kırıklığına sebebiyet veririm endişesiyle vazgeçtim. Bu defa, aynı usulü ısrarla takip etmiş olmanız, hatta mektup yazılmamasından şikayetçi görülmeniz karşısında –böyle bir mektup yazmaya- adeta kendimi mecbur hissetim. Hatta bunu bir vazife kabul ettim. Evet, bizler daima hayrın yayılmasına memuruz, moral kırmaya değil, teşvik ve azmettirmeye çalışmalıyız. Ancak, bu ikazlarımızın moral bozacağına inanmıyorum. Sadece –bize göre- eğrilerin düzeltilmesine yardımcı olmaya çalışalım istedik. Allah kusurlarımızı affetsin. İkaz ve irşatta bulunanlardan razı olsun. Bu meyanda başka bir husus; bir müddet önce –sohbet faslında- bir çiğ köfte meselesini “gündeme” getirdiniz. Doğrusunu söylemek gerekirse, çok düşündüm “acaba bu yazı hangi gaye ile yazıldı” diye. Ama bir türlü altından çıkamadım. Özür dilerim, ben o yazıyı okumak için harcadığım zamana acıdığım gibi, sizin dahi o yazıyı gazeteye yazmak için harcadığınız zamanı ve sair emekleri düşünmedik değilim. Filhakika, “sohbetler”inizde umumun istifade edeceği mevzuların işlenmesi şayanı tavsiyedir. Diğer bir rahatsızlık mevzuuda; sık-sık (gerek sizin gerekse diğer) köşelerin boş kalmasıdır. Gerçi bu mevzuya bazı köşe yazarı kardeşlerimizde parmak bastılar. Ancak rahatsızlığı dile getirmek veya hatayı bilmek ve kabul etmek meseleyi haalle kâfi değildir. Bizim derdimiz ve vazifemiz çözüm bulmaktır. Bu hususta âcizane –ve basit- tavsiyemiz odur ki; (gazete idarecilerine iletilmek üzere) bir yazarın yazısı 1-2 gün kargıdaki gecikmeden veya acil bir zaruretten dolayı gazeteye ulaşmazsa, -Elhamdülillah malzememiz bol- o yazarın köşesine bir velinin, bir ulemanın eserlerinden –kendi ismi ile- pasajlar aktarılabilir.1-2 Hadis veya Ayet meali konabilir hiç olmazsa. Büyüklerin sözlerinden alınabilir. Bu hal, köşenin boş kalmasından veya başka –yeni- bir ismin konulmasından daha faydalıdır İnşallah. Zira okuyucu, yazının mahiyetinden ziyade yazarın şahsına şartlanmıştır. O gün, o yazarı okumak ister. Gayemiz tebliğ ve irşat olduğuna göre, fayda hasıl olacak usulü tatbik etmeliyiz. 24 Kasım Pazartesi bu mektubu yazıp postaya vereceğim anda, bugünkü gündeminizdeki yazınız tekrar dikkatimi çekti. Aslında bütün yazılarınızı dikkatle –istifade etmek için- okurum. Allah razı olsun, istifade de ediyoruz. Umumiyetle yazılarınızdaki fikir ve yorumlarınıza katıldığımız içindir ki –sadece takdir ve tebrik gayesiyle- sizlere mektup yazmayı –nefsaniyet açısından- pek İslâmî bir hareket kabul etmedim. 24 Kasım günkü yazınız da bütünü ile takdire şayan. Bu arada, “Bir Müslümanın evinde iblis kutusunun işe ne? Evlerin baş köşesinde oturan bu nesne iblisin sesidir, iblisin kendisidir diye çok yazdık. Ama bu konuda tek bir fertten “ben evdeki televizyonumu bir torbaya koyup ağzını mühürledim” diye tek bir haber almış değilim” fikriniz, günümüz insanının halini ortaya koyan fevkalade bir tespit. Ancak merak ettim, acaba sizler bu programı kendi evinizde mi, bir umumî yerde mi takip ettiniz? “Bir dostunuzun evinde mi” sualini dahi zait görürüm, böyle bir tespitten sonra! Şayet umumî yerde ise, bir diyeceğimiz olamaz. Ama kendi evinizde ise! İşte asıl püf nokta burası. Kendi nefsimizin yapamadığını başkasından isteme halimiz! İlmi ile amil olmayan vaizlerimizin, hocalarımızın cemaate tesir edemedikleri gibi, acaba yazarlarımızın tebliğleri de bu sebeple mi tesir etmiyor? Gerçi şahsen kendim, bu noktada biraz ruhsatlı düşünüyorum. Meselâ umumun kendisini alamadığı, kurtaramadığı böyle bir şer’den kendisini kurtarabilmesi için o hareketin kötü olduğunun gayet iyi anlatılması lazım. Bunun için de, onun bilinmesi, bilinebilmesi için de okunması, görülmesi veya duyulması lazımdır. Eğer siz o programı görmeseydiniz o derece anlatamaz ve de uyandırıcı olamazdınız. Gerçi bu husus tartışma götürür. Yani aksini iddia pekala mümkün olabilir. Bu hususta benim asıl demek istediğim: Ya yukarki o cümleyi bu yazınıza koymayacaktınız veya kendi durumuzu da açıklığa kavuşturacaktınız ki, yazdıklarınız daha tesirli olabilsin İnşallah. (Riyadan Allaha sığınırım) kendi yaptığımı da başkasına söylememeye çalışırım. Yani bu yazıyı yazarken, evime bugüne kadar o iblis kutusunu koymadığımı yazarsam İnşallah riya olmaz. Hiç TV’ye bakmıyor muyum? Evet; bazen haberler, bizi alakadar eden açık oturumlar veya faydalı bir programın olduğunu duyabildiğimiz anlarda –maalesef- bazı kardeşlerimizin TV’lerine bakıyoruz! Cenab-ı Hak kusurlarımızı affetsin, bizleri doğru yoldan ayırmasın, Hakkı hak bilip Hakka tabi olmak batılı batıl bilip batıldan kaçınmayı cümlemize nasip etsin ve bizleri daima hakkı tavsiye edenlerden eylesin. Amin! Bütün yazar (bilhassa E.Beyazıt ve Z.Ceylan) ve diğer dava kardeşlerimize ve zat-ı alinize selam ve hürmetlerimle. 25.11.1980 Ahmed ÇITLAKOĞLU (İktisatçı-Mali Müşavir) GİRESUN”Evet, sevgili okuyucularım bu mektubun asıl muhatabı Rahmetli Cahit Zarifoğlu…Rahmetli Zarifoğlu o yıllar Milli Gazete’de Ahmed Sağlam müstear ismiyle “gündem” başlığı altında yazılarını yazıyordu…Rahmetli bu mektuptan çok etkilenmiş, hem köşesinde hem de özel cevap vermişti. Bu vesileyle kendisini rahmetle yâd ediyorum.Bu yazıdan çok değişik mesajlar çıkartanlar olabilir…Belki bu mektup, o yıllarda İslamî mücadelede bulunanların hâlet-i ruhiyelerinin bir göstergesi de olabilir…Belki, dava ve gönül erlerinin sayısının çok az ve imkânlarının da çok sınırlı olmasına rağmen güçlü ve etkili olmalarının sırrını bu mektupta görenler de olabilir!Açıkça itiraf etmeliyim ki, maalesef bugün âcizane şahsım adına böyle bir okuyucu değilim, yazar da değilim ve (rahmetli Zarifoğlu gibi) böyle hoşgörülü yazarlar da bugün acaba var mıdır, pek bilmiyorum!Arzu edilen okuyucu ve yazar tipi; acaba 34 yıl önceki mi, yoksa günümüzdeki gibi mi olmalı? Herhalde sorgulamamız gereken çok şey var!***Bayramınız mübarek olsun!..Ne mutlu, Peygamber Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm'ın “Ramazan ayının başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennem ateşinden kurtuluştur” müjdesine mazhar olanlara…Ne mutlu, Ramazan’da elde ettikleri güzel manevi kazanımları gelecek Ramazan’a kadar devam ettirecek olanlara…Ne mutlu “inanarak ve sevabını Allah’tan umarak Ramazan ayının gecelerini ibadetle ihya edip gündüzünü oruçlu geçirerek” Bayrama kavuşanlara… Ya Rabbi!.. Bütün Müslümanların elem ve kederlerden kurtulmalarına yardım eyle, huzur ve refaha kavuşmalarını, birlikte kardeşçe Bayram sevincini yaşamayı bizlere ve bütün Müslümanlara nasip eyle…Dualarımızın kabul olması temennisiyle Bayramınız mübarek olsun!“ Ey iman edenler! Niçin yapmadıklarınızı söylüyorsunuz?”(Saf suresi, 2)Vesselam…27.07.2014
“Aslan köpeklere baş olursa, köpeklerin her biri kendi karşısındakine aslan kesilir. Eğer aslanlara köpek baş olursa, o aslanların hepsi köpek olur.”(Yusuf Has Hacip)